Güvence Bedelini Kim Öder? Siyaset Biliminin Derin Sorgusu
Bir siyaset bilimci olarak her zaman şu soruyla başlarım: “Güç kimdeyse, bedeli kim öder?”
Toplumlar tarih boyunca düzeni sürdürmek, iktidarı korumak ve sistemin çarklarını döndürmek adına “güvence” kavramını çeşitli biçimlerde yeniden üretmiştir. Fakat ironik olan şudur ki, her güvence sisteminin ardında, bu bedeli sessizce ödeyen bir kitle vardır. Güvence bedelini kim öder?
Bu soru, sadece ekonomik bir mesele değil; aynı zamanda siyasal, ideolojik ve toplumsal bir düğüm noktasıdır.
İktidarın Görünmeyen Ekonomisi: Güvence Bir Yönetim Aracı mı?
Siyaset bilimi açısından “güvence” kelimesi, çoğu zaman iktidarın meşruiyet aracıdır.
Bir devlet veya kurum, güvence bedeli adı altında bir düzenleme yaptığında, aslında sadece ekonomik bir güvenlik ağı kurmaz; aynı zamanda bir itaat mekanizması inşa eder.
Vatandaş, “güvence” ödeyerek sisteme olan bağlılığını pekiştirir. Bu durum, Michel Foucault’nun iktidar teorisinde belirttiği gibi, “görünmez bir disiplin” yaratır.
Bu noktada sormak gerekir: Gerçek güvence, ekonomik bir ödeme midir yoksa ideolojik bir rıza mı?
Bir vatandaş, düzenin parçası olma hakkı için bedel ödediğinde, aslında kendi özgürlüğünü de pazarlık masasına koyar.
Kurumlar ve İdeolojik Meşruiyet: Güvencenin Sembolik Yüzü
Devletin ve kurumların talep ettiği her güvence bedeli, sembolik olarak “aidiyet”in bedelidir.
Bu durum, siyaset bilimi literatüründe “ideolojik hegemonya” olarak tanımlanır. Antonio Gramsci’ye göre egemen sınıf, rızayı zorla değil, fikirlerle üretir.
Güvence bedeli, bu rızanın görünür hale gelmesidir — vatandaş, “ben bu sisteme aitim” derken, aynı anda sisteme ekonomik olarak da katkıda bulunur.
Bu bir vergi değildir; bu bir kabul beyanıdır.
Yani, güvence bedeli ödeyen birey, sadece hizmet satın almaz; aynı zamanda düzenin devamına dair bir onay sunar.
Böylece siyasal iktidar, ekonomik yapılar üzerinden toplumsal rızayı kalıcılaştırır.
Erkek Stratejisi ve Kadın Katılımı: Güvenceye Cinsiyetli Bakış
Toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıldığında, “güvence bedeli” farklı anlamlar taşır. Erkek bakışı, güvencede stratejik bir çıkar arar. Erkekler genellikle sistemle olan ilişkilerinde güç, statü ve kontrol odaklıdır. Güvencenin ödenmesi, onlar için bir “yatırım” ve “koruma” biçimidir.
Bu, siyasal katılımın rekabetçi yönünü temsil eder.
Öte yandan, kadın bakışı güvenceyi toplumsal dayanışma ve adalet üzerinden yorumlar. Kadınlar, güvencenin sadece bireysel değil, topluluk temelli bir güven yaratmasını ister.
Bu yaklaşım, demokratik katılım ve toplumsal etkileşim vurgusuyla öne çıkar.
Kadınların siyasal kültüre getirdiği bu farklı ton, güvencenin salt ekonomik değil, aynı zamanda etik bir mesele olduğunu hatırlatır.
Vatandaşlık ve Bedel Arasındaki Çelişki
Bir vatandaş için “güvence bedeli” bazen paradoksal bir deneyimdir.
Devlet, vatandaşa koruma vaat eder; fakat bu korumanın bedelini yine vatandaştan alır.
Bu durum, siyasal teorideki “sosyal sözleşme” kavramını yeniden düşünmeyi gerektirir. Rousseau’nun dediği gibi:
“İnsan özgür doğar, ama her yerde zincire vurulmuştur.”
Güvence bedeli, modern çağın zincirlerinden biridir.
Vatandaşlık, haklarla birlikte bedellerin de paylaşılması anlamına gelir.
Ancak şu soru önemlidir: Bu bedel eşit mi ödeniyor?
Toplumun her kesimi aynı ölçüde mi güvenceye erişebiliyor, yoksa ekonomik sınıflar ve cinsiyet farkları burada da bir eşitsizlik mi yaratıyor?
İdeolojik Güvence: Bedeli Rızayla Ödemek
İktidar, güvence bedelini yalnızca ekonomik değil, ideolojik bir araç olarak da kullanır.
Bir vatandaş, sisteme inandığında, o sistemin bedelini sorgulamadan öder.
Bu, siyasal psikolojide “rızanın içselleştirilmesi” olarak tanımlanır.
Yani birey, artık zorlandığı için değil, “doğru olduğuna inandığı” için öder.
Bu noktada okuyucuya şu provokatif soruyu yöneltelim: Rızayla ödediğiniz güvence bedeli, gerçekten sizin güvenliğiniz için mi; yoksa sistemin kendi güvenliği için mi?
Sonuç: Güvence Bedeli Bir Ayna Gibi
Sonuçta, güvence bedelini kim öder?
Yasal olarak birey öder; ama siyasal olarak toplumun tümü bu bedelin yükünü taşır.
Bir devletin güvencesi, sadece finansal sistemin değil, toplumsal düzenin de sürdürülebilirliğidir.
Kimi zaman özgürlükler, kimi zaman sessizlik, kimi zaman da inançlarımız bu bedelin bir parçası olur.
Güvence bedelini kim öder sorusu, aslında şu gerçeği hatırlatır: Her güvenlik, bir özgürlükten doğar; her düzen, bir bedel gerektirir.
Ve bu bedelin miktarı, sadece cüzdanla değil, vicdanla da ölçülür.